31 Mart 2010 Çarşamba


Kıssadan Hisse

Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Fakat gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış. Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış.
Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış: “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler.
Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terk etmek zorunda kalmış.
Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar.
Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terk edip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler.
Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:
“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir…”

“Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır. Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız.”

Indra Ghandi

29 Mart 2010 Pazartesi


Amerikayı korkutan gerçek
ABD'yi Dize Getiren İlk Büyük Kuvvet

Time Dergisi'nde yayınlanan bir haber Amerika Birleşik Devletleri'nin yıllarca Osmanlı Devleti'ne vergi vermek zorunda kaldığını bir kez daha ortaya koydu. Amerikan Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin başlattığı "Avalon Projesi" çerçevesinde yayınlanan tarihi anlaşma metni bir çok yönüyle ilginç ayrıntıları da gözler önüne seriyor.

Türkçe Anlaşma

Akdeniz'deki Osmanlı Korsan Gemileri'nin saldırılarına maruz kalan Amerika Birleşik Devletleri gemilerini üst üste kaybetmeye başlayınca Osmanlı Devleti ile 22 maddeden oluşan bir anlaşma yaparak bütünAkdeniz'deki faaliyetleri için Osmanlı'ya vergi ödemeye başladı. Ayrıca Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için de 642.500 dolar "Haraç" ödedi. 5 Eylül 1795 yılında imzalanan ve dili Türkçe olan Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika Birleşik Devletleri tarihinde ilk kez bir devlet tarafından haraca bağlanmış oldu.Türk Dili'nde hazırlanan anlaşma aynı zamanda ABD tarihinde imzalanmış bir kaç yabancı dilli anlaşmadan biri olma özelliği taşıyor.

Amerika'yı Haraca Bağlayan Tek Devlet

Amerika Birleşik Devletleri ya da arşiv kayıtlarımıza geçen adıyla "Memâlik-i Müctemia-i Amerika Devleti"nin başı, Osmanlı’nın Kuzey Afrika'daki Garp Ocakları'yla fena halde dertteydi. Cezayir, Tunus veTrablusgarblı "Resmî Korsanlar" Akdeniz’de kol geziyor, kendileriyle veya doğrudan Osmanlı Devleti’yle antlaşma yapmamış olan veya savaş halinde oldukları devletlerin gemilerini yakalayıp el koyuyor, fidye isteyerek karşı tarafı ekonomik olarak ve moralman çökertiyorlardı. Amerikan gemileri 18. yüzyılın sonlarında Akdenizticaretinin getireceği kazancı hesaba katarak Akdeniz'e yöneldi. Fransa, Akdeniz'deki ticaret gemilerinin güvenliğini sağlamak için Osmanlı'ya yıllık 200.000 İspanyol doları vergi ödemekteydi. Bu miktar İngiltere için de yıllık 280.000 İspanyol doları olarak belirlenmişti. Ancak o yıllarda Amerika'nın Osmanlı Devleti ile imzaladığı bir dostluk anlaşması yoktu. İşte bu yüzden Osmanlı Korsan Gemileri bu sularda dolaşan Amerikangemilerine saldırmaya ve mürettebatını esir etmeye başladılar.

25 Temmuz 1785'te, ABD bandıralı ilk gemi Cezayir açıklarında Osmanlı korsanlarınca ele geçirildi. Bu gemi,Boston Limanı'na bağlı Kaptan Isaac Stevens'in idaresindeki Maria idi. Daha sonra Philadelphia Limanı'na bağlı Kaptan O’Brien idaresindeki Dauphin de Osmanlı korsanları tarafından yakalandı. 1793 Ekim ve Kasım aylarında ise tam 11 ABD gemisi Osmanlılar’ın eline geçti.

ABD kamuoyunda artık iyice büyük bir sorun olmaya başlayan durum karşısında Amerikan Kongresi'nde tedbirler alınması istendi. Kongre, Başkan G. Washington'a bir savaş filosu kurması için 688.000 altın dolarharcama yetkisi verdi. Fakat bu donanma da Osmanlı korsanlarıyla baş edemeyince ABD yönetimi Osmanlı'ya yıllık vergi ödemek zorunda kaldı. 5 Eylül 1795 (21 Sefer 1210) tarihinde, tamamı 22 fasıl ve bir hatimeden mürekkep Dostluk ve Barış Anlaşması'na göre Amerika, Cezayir'de bulunan esirlerin bırakılması için642.500 dolar "Haraç" ödeyecek ve her sene 12.000 Cezayir Altını karşılığı 21.600 dolar "Vergi" verecekti. Anlaşma 7 Mart 1796'da Amerikan Kongresi'nce de onaylandı.

Amerika ve Trablusgarp Beylerbeyliği 7 Mart 1796 yılında Osmanlı ile Amerika arasında imzalanan Dostluk ve Barış Anlaşmasına rağmen yer yer karşılıklı çatışmaya ve birbirlerinden gemi ve esir ele geçirmeye devam ettiler. Gözü kara bir Paşa olan Trablusgarp Beylerbeyi Yusuf Paşa ülkedeki Amerikan temsilcisini yanına çağırtarak elini öptürüp, yıllık haraç miktarını 225.000 dolara çıkardığını ilan etti. Ayrıca çeşitli mallardan oluşan 25.000 dolarlık bir miktarın da buna eklenmesini istedi.

Yusuf Paşa'nın Mektubu

Trablusgarp Dayısı Yusuf Paşa'nın Cezayir Dayısı Mustafa Paşa'ya yazdığı bir mektupta Avusturya'dan bağımsızlığını ilan eden Venedik'in Osmanlı Devleti'ne yıllık vergi verme kararı aldığını ancak Trablus, Tunusve Cezayir'e ne ödeyecekleri konusunda bir bilgi alamadıklarını, İsveç'le varılan anlaşmaya rağmen hâlâ aidatlarını ödemediklerini, savaş güçlerini dünyanın bilmesine rağmen bir tek Amerika'nın kaldığı ve ona da gerekenin yapılacağı bildirilerek, verginin düşürülmesi konusunda Cezayir'in Amerika'ya arabuluculuk yapmaması rica edilmektedir. Amerika'nın asıl dayanak noktasının İngiltere olduğu ve İngilizlerin arabuluculuğunun da asla kabul edilmeyeceği baştan söylenerek Amerika'nın Cezayir önderliğinde getireceği barış teklifinin ise kabul edilebileceği bildirilmiş ve mektuba verilecek cevabın da gizli olarak gönderilmesi istenmiştir:

"Bu defa İstanbul'dan aldığım habere göre Balosyan (Venedik) Avusturya idaresinden çıkıp başlıca Cumhuriyete tahavvül ve teşekkül ederek (bağımsızlığını kazanarak) Devlet-i Aliyye'ye seneviye(yıllık vergi) itası hususuna dahi karar vermişler ancak Trablus, Tunus ve Cezayir ocakları için ne miktar akçe vereceklerine ve bunun hakkında bir lakırdı olup olmadığına dair malumat-ı sahihe (doğru bilgi) alamadım. Zira Nasaranın (Hristiyanların) işi hiledir. Rabbimiz Teala cümlemize nüsret eyleye, çünki asrımız ahir zaman olduğundan Nasara (hristiyanlar) bir sözle durmaz oldular. Hatta İsveç ile verilen karar üzerine seneviyelere (yıllık vergiye) bir kaç keredir ecil ve mühlet verilmiş iken henüz bir akçe tahsil olunamadı. Ve Dersaadette (İstanbul'da) mukim elçileri vasıtasiyle tarafımıza bir oyun edip mücerret Ocağın aidatını itlafa kalkışacaklarını öğrendim. Lakin İsveçliler işbu hüdalarını kuvveden fiile çıkaramazdan mukaddem vurup Rabbimin ianesiyle, teşfie-i sadr etmek efkarındayım. Bunun gibi Amerikalılar dahi isyan sureti göstererek geçende konsoloslarına verdiğim cevab-ı kat'i vechile kariben anları dahi tarümar etmiye âmadeyim. Kuvve-i harbiyemizle kaffe-i milel (bütün milletler) kadr-u haysiyetimizi anlayıp, yalnız Amerikalılar kaldı. Bu defa anlara dahi haddini bildirmek boynuma borç olsun. Ancak bu emelimin tehir ve men'ine taraf-ı valâlarından iltimas emareleri sebep olduğundan uhuvvet-i sahiheye mebni şu sahabetten sarf'ı nazar buyurmaları niyazımdır. Beyâna hacet olmadığı vechile peder-i âlileri merhum Hasan Paşa zamanında Amerikalılar Felemenk konsolosu vasıtasiyle lieclil müsalaha iki yüz elli bin frank vermişlerse de razı olmadığıma binaen muahheren muşarinileyh pederiniz ibramile müsade eyledim. Halbuki elyevm bir para vermeyip taallül etmektedirler. Lütfen merkumların ricasına aldanıp akçe-i mevudenin tenkisini (azaltılmasını) niyaz buyurmayın. Amerikalılar'ın asıl iltica ve istinat eyledikleri İngiltere olup bu vasıta ile akd-i sulha (barış anlaşmasına) bast-ı kaliçe'i rica eyleyecekleri melhuz ise de İngilizluları bu bapta kat'an tanımam, Eğerçi vasıta-yi âliniz ile teklif-i müseleha (barış teklifi) edilir ise kabul olunacağı ve işbu arizamın ceabını gizluce temenni ederim."

Yusuf Paşa ne kadar kararlı olduğunu göstermek ve gözdağı vermek için konsolosun gözü önünde Amerikan gemisinin bayrak direğini kestirdi. Bunun üzerine ABD Başkanı Thomas Jefferson'ın emriyle 4 savaş gemisiyleTrablus sahillerine giden Com. Dole, tehlikelerle dolu 1.200 km uzunluğundaki sahilin gözünü korkutması üzerine savaşmaya cesaret edemeyerek ülkesine geri döndü. Bir yıl sonra, Mayıs 1802’de bu defa 6 gemiyleTrablus Limanı açıklarına demirleyen Amerikan Filosu bir Trablus gemisini batırıp sahili de bombaladı.

Aynı yıl Albay Bainbridge, Trablus’u kuşatmak için harekete geçti ise de kendini Trablusgarp Beylerbeyi Yusuf Paşa tarafından kuşatılmış bulunca Amerika'nın ünlü Philadelphia Savaş Gemisi -içindeki 307Amerikalı subay ve erden oluşan mürettebatıyla birlikte- ele geçirildi. İki yıl Türk Bayrağı'nın şanlı bir şekilde dalgalandığı Amerikan Gemisi, Stephen Decatur'un -bir Türk teknesini ele geçirdikten sonra Osmanlı Askeri süsü verdiği- 74 gönüllüsüyle birlikte Trablus Limanı'na gizlice yanaşması sonucu 15 Şubat 1804’te ateşe verilerek yakıldı.

Philadelphia Gemisi'ni Trablus Limanı'nda yakan 25 yaşındaki Stephen Decatur, göstermiş olduğu bu başarı(!) sonrası Albaylığa atanarak ABD Deniz Kuvvetleri’nin en genç yaşta Kaptanlığa yükselen Deniz Albayı ünvanını elde etti. Ünlü İngiliz Amirali Nelson Amerikan Denizcilik Tarihi'nde önemli bir yer tutan bu olayı duyunca bunu "Çağın En Cesur Eylemi" olarak ilan etti.
Osmanlı deniz akıncıları ise her fırsatta Akdeniz’deki Amerikan gemilerine denizleri dar etmeye devam ettiler. Yaman bir kahraman olan Yusuf Paşa, Amerika ile karşılıklı inatlaşmaya devam etti ve esir edilen Amerikan askerlerini değiş-tokuş etmeye yanaşmadı. Bunun üzerine 3 Eylül 1804’de harekete geçerek Trablus Limanı'nı hedef seçen bir "Amerikan İntihar Gemisi" açılan ateş sonucu amacını gerçekleştiremeden patlatılarak batırıldı.
Amerika Birleşik Devletleri Osmanlı'nın "Garp Ocakları"na Akdenizde'ki faaliyetleri için ödediği yıllık vergiyi1824 yılına kadarödemeye devam etti.
7 Mart 1796 yılında Osmanlı ile Amerika arasında imzalanan Dostluk ve Barış Anlaşması'nın orjinal metninin ilk 3 maddesi ise şöyle:

Osmanlı-Amerika Anlaşma Metni

1. Fasıl

İbtida ki faslın kavi u kararı oldur ki işbu 1210 senesinde hala Merikan Ceziresi Eyaletlerine mutasarrıf dostumuz Corco Vaşinto (George Washington) her biri zebtinam Merika Hakimi ile ocağımız Mahruse-i Cezair-i Garbta Sahib-i Devlet olan Saadetlü Hasan Paşa (Cezayir Dayısı Hasan Paşa) -yesserellahü ma yezid vema yeşa- Hazretlerinin rey ve Asker-i Mansure Ağası ve Kul Kethüdası ve sair Erbab-ı Divan ve cümle Asakir-i Mansure ve Canibinin reayaları ittifakıyla bu sulh ve selahımız ve metin ve muhkem olub sabit olmuştur. Ba'del yevm sulhümüze muhalif ve mugayir ve fasid idicek bir söz kalmamış. Vesselam (Bu anlaşmanın her maddesi selam ile bitmektedir ki bunun anlamı barıştır) Tahriren Fi 21 Safer, Sene 1210.

2. Fasıl

İkinci faslın kavi u kararı oldur ki Merikan Hakimi dostumuzun gemileri gerek büyük ve gerek küçük ve kezalik anların hükmünde olan reayasının gemileri Mahruse-i Cezayir iskelesi veyahut taht hükmünde olan iskelelere varurlar ise adet-i kadim üzere rızklarından ötürü sattıklarında sair İngiliz ve Felemenk sevid bazerkanlarının vire geldüği ve anlara akdolunan gümriği 100 guruşta beş guruş gümrük alına. Ziyade taleb olunmaya. Ve bir dahi budur ki satılmayan rızkların yine gemiye koyup götürmek murad ettiklerinde bir kimesne anlardan bir şey talep itmeye. Ve mezkur iskelelerde bir kimesne anları incidüb alıkomayalar. Vesselam. Tahriren fi 21 Safer 1210.

3. Fasıl

Üçüncü faslın kavi u kararı oldur ki Merikan Hakimi dostumuzun gerek korsan ve gerek bazargan ve gerek Cezayir'in korsan ve bazargan gemileri ruy-i deryada birbirlerine rastgelüb buluştuklarında aramaktan ve birbirlerin incitmekten beri olup rivayet ve hürmet ile birbirlerinden yollarına gitmeden bir kimesneye mani olmaya. Ve biri dahi budur ki içlerinde herkangı cins olursa olsun yolcu oldukta rızkları ve malları ve eşyalarıyla her ne canibe giderler ise birbirin incidüb bir şeylerin almaya ve bir yere götürmeyeler ve eğtendürmeyeler ve hiçbir vecihle birbirlerine zarar u ziyan itmeyeler. Vesselam. Tahriren fi 21 Safer 1210.

Treaty of Peace and Amity Signed at Algiers September 5, 1795
Sign'd


VIZIR HASSAN BASHAW JOSEPH DONALDSON
Jun

6 Mart 2010 Cumartesi


Şaşırdım kaldım işte!..

Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla
Bazen sessiz sedasız ipekten kanatlarla
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarlarla
Karşıma çıkıyorsun en serin minbatlarla
Adını yazıyorsun bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla hatlarla
Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla
Sözde senden kaçıyorum dolu dizgin atlarla

Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle
Öldür bendeki beni sonra dirilt kendinle
Çarpsan kara sevdayı en azından yüzbinle
Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle
Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle
Ama her dafasında geri döndüm seninle
Hangi düğüm çözülür nazla sitemle kinle
Ne olur bir gün beni kapında olsun dinle

Şaşırdım kaldım işte bilmemki nemsin
Bazan kızkardeşimsin bazan öpöz annemsin
Sultanımsın susunca; konunşunca kölemsin
Eksilmeyen çilemsin
Orada ufuk çizgim burada yanım yöremsin
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin
Çaresizim çaremsin
Şaşırdım kaldım işte bilmemki nemsin.

Yavuz Bülent BAKİLER

1 Mart 2010 Pazartesi


A D A L E T

Aslan, kurt ve tilki ava çıkarlar. Bir geyik, bir koyun ve bir de horoz avlarlar. Aslan, kurda:
- Şimdi bunları adaletle paylaştır, der. Kurt:
- Ey avcıların sultanı!.. Bundan kolay ne vardır... Geyik sizin, koyun benim, horoz da şu zavallı tilkinindir.
Aslan, gök gürlemesini andıran bir sesle kükrer. Bir pençe darbesiyle kurdu, kan revan içinde yere serer. Tilkiye dönüp:
- Tez sen paylaştır, der. Tilki:
- Ey yiğitler ülkesinin tek hükümdarı!.. Koyun sabah kahvaltınız, geyik öğle yemeğiniz, horoz ise sultanıma çerezdir. Aslan:
- Aferin sana! Bu adaletli taksimi kimden öğrendin? Tilki:
- Şu yerde yatan kurt kardeşten öğrendim!...

(Kurd'un adaletinin olmadığı bir ülkede huzur da düzen de olmaz. O ülke devlet olmaz)