31 Aralık 2013 Salı

K O R K U

Bir Hint masalına göre, kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye dönüştürür.
Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya başlar.
Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar.

Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. 
Onu eski haline döndürür. Ve der ki, 
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var. O yüzden ben sana yardım edemem."

Shakespeare, bu konuda söyle diyor :

"İnsanların çoğu
     Sevmekten korkuyor, 
            kaybetmekten korktuğu için..
     Düşünmekten korkuyor, 
            sorumluluk getireceği için.
     Konuşmaktan korkuyor, 
            eleştirilmekten korktuğu için.
     Yaşlanmaktan korkuyor, 
            gençliğin kıymetini bilmediği için.
     Unutulmaktan korkuyor, 
            dünyaya iyi bir şey vermediği için.
     Ve ölmekten korkuyor, 
            aslında yaşamayı bilmediği için."

19 Aralık 2013 Perşembe

Milyon Kere Ayten


Ben bir Ayten'dir tutturmuşum
Oh ne iyi
Ayten'li içkiler içip
Sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum
Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten'e beş var
Ya da Ayten'i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz
Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten'i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li İki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten'i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var Ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun

Ümit Yaşar Oğuzcan

9 Aralık 2013 Pazartesi

İYİLİĞİN GÜCÜ



Yatakta yatan adam, başucundaki genç doktora:
- Allah senden razı olsun evladım dedi. Bu ameliyatı yapmak için yurtdışından buraya kadar gelmeni, yaşadığım sürece unutmayacağım.

Ameliyat edilen hasta, büyük bir hastanenin başhekimiydi. Tedavisi sadece yurtdışında mümkün görülen hastalığı aniden artınca, çoğu öğrencisi olan diğer doktorlar onun böyle bir yolculuğa dayanamayacağını anlamışlar ve az bir kurtarma ümidine rağmen bu işi üstlenmeye karar vermişlerdi. Fakat o hastalığın sayılı uzmanlarından olan bu genç doktor, nereden haber almışsa almış ve bir hızır gibi yetişip onu kurtarmıştı.

Yaşlı doktor, yattığı yerden genç adamın elini tutuyor ve onu bırakmamak için durmadan konuşuyordu O elleri okşar gibi sıvazlarken:
- Ben, doğum uzmanıyım, diye devam etti. Bir zamanlar anne karnındaki bir bebeğin sakat olduğunu anlamış, onu bu şekilde yaşamaktansa öldürmeyi düşünürken, kıyamayıp doğmasına müsade etmiştim. Sapasağlam yavruları bile ana rahminde öldürenlere inat, onun yaşamasını istediğim için, hayatta bildiğim o tek iyiliğime karşılık Allah seni bana göndermiş olmalı.

Genç doktor, ellerini gevşetip biraz geriye çekildi ve dizlerinden aşağısı takma olan bacaklarını gösterirken:
- Ben de öyle düşünüyorum efendim, diye gülümsedi. 
- Kurtardığınız o çocuk, bendim.

4 Aralık 2013 Çarşamba

"Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir."

Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
Öğretmeni, onun bu halini fark etti:
- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin? Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu. Nurhan Öğretmen:
- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu:
- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
- Neden olmaz?
- Üç sebepten dolayı olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.

İkincisi: 'Ağaç yas iken eğilir.' deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.

Üçüncüsü ise daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:
- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?

Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını 'Evet' anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı.
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.
Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti

Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.
Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.
Yeter ki boş durmayın!
"Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir."

26 Kasım 2013 Salı

İNSANLARI MUTLU EDEBİLMEK BİR SANATTIR ...

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı; ama küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.

Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:

- Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.

Çocuk, ona dönerek:

- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.

- Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?

- Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak.

Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler...

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrini işaret ederek:

- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.

- İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.

Çocuk biraz düşünüp:

- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?

- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.

- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.

- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!. Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek.

- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.

Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?

- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- Babam haklıymış!. dedi. ‘Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!’ demişti.

Her rüzgar savuracak bir toz bulur,
Her hayat yaşanacak bir can bulur,
Her umut gerçekleşecek bir düş bulur
Bulunmayacak tek şey senin benzerindir

4 Eylül 2013 Çarşamba

“HER KULA HELAL, MÜSLÜMAN'A HARAM!”



Vaktiyle Bursa’ da bir Müslüman, bugünkü adı Arap Şükrü olan muhitte çeşme yaptırmış ve başına bir kitabe eklemiş: “Her kula helâl, Müslüman’a haram!”

Bursa başkent, tabii Osmanlı karışmış, bu nasıl fitnedir diye…
Gitmişler kadıya şikâyete, adam yakalanıp yaka-paça huzura getirilmiş. “Bu nasıl fitnedir, dini İslâm, ahalisi Müslüman olan koca devlette sen kalk, hayrattır, sebildir diye çeşme yap, ama suyunu Müslüman’a yasakla! Olacak iş midir, nedir sebebi, aklını mı yitirdin?” diye çıkışmışlar adama. Adam:
- “Müsaade buyurun, sebebi vardır, lâkin ispat ister, delil şarttır…” dedikçe kadı kızmış:
- “Ne delili, ne ispatı? Sen fitne çıkardın, Müslüman ahalinin huzurunu kaçırdın, katlin vaciptir!” demiş. Demiş ama bir yandan da merak edermiş:
- “Nedir gerekçen?” diye sormuş. Adam:
- “Bir tek Sultan’a derim…” diye cevap verince, ortalık yine karışmış. Söz Sultan’a gitmiş, adam yaka paça saraya götürülmüş. Padişah da sinirlenmiş ama diğer yandan o da meraklanırmış:
- “De bakalım ne diyeceksen. Bu nasıl iştir ki, hem çeşmeyi yaparsın, hem de her kula helâl, Müslüman’a haram yazarsın?” Adam, başı önünde konuşur:
- “Delilim vardır, lâkin ispat ister.”
- “Ya dediğin gibi sağlam değilse delilin?”
- “O zaman boynum, hükme kıldan incedir Sultanım…”
- “Eeee!”
- “Sultanım, herhangi bir havradan (sinagog) rasgele bir hahamı izahsız yaka-paça tutuklayın, bir hafta tutun. Bakın neler olacak…” Dediği yapılmış adamın. Bütün azınlıklar bir olmuş, başlarında Museviler, “Ne oluyor, bu ne zulüm? Bizim din adamımıza biz kefiliz, ne gerekirse söyleyin yapalım, o masumdur, gerekirse kefalet ödeyelim…” Çevre ülkelerden bile elçiler gelmiş, elçiler mektup üstüne mektup getirmiş. Bir hafta dolunca, adam:
- “Sultanım, artık bırakmak zamanıdır” demiş. Haham bırakılmış, azınlıklar mutlu, bu sefer Sultan’a teşekkürler, hediyeler.
- “Aynı işi herhangi bir kiliseden herhangi bir papaz için yaptırınız Sultanım” demiş. Aynı şekilde bir papaz derdest edilip yaka-paça alınmış Pazar ayininden ve aynı tepkiler artarak devam etmiş. Haftası dolunca da serbest bırakılmış. Mutluluk ve sevinç gösterileri daha bir fazlalaşmış, teşekkürler, şükranlar… Din adamlarına kavuşmanın mutluluğuyla daha bir sarılmışlar birbirlerine… Sultan:
- “Bitti mi?” demiş adama.
- “Sultanım son bir iş kaldı, sonra hüküm zamanıdır izninizle” demiş.
- “Şimdi nedir isteğin?”
- “Efendim, payitahtımız Bursa’nın en sevilen, âlimini alınız minberinden…” Adamın dediğini yapmışlar, Ulucami imamını Cuma hutbesinin ortasında almışlar, yaka-paça götürmüşler.
Bir Allah’ın kulu çıkıp da, “ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz? Hiç olmazsa vaazı bitene kadar bekleseydiniz”, gibi tek bir kelâm etmemiş, imamın peşinden giden, arayan-soran olmamış… Geçmiş bir hafta, “Nerde imam” diye gelen-giden yok! Halk hâlinden memnun, başlamış bir dedikodu, o geçen hafta tutuklanan koca âlim için:
- “Biz de onu adam bilmiş, hoca bellemiştik…”
- “Kim bilir ne suç etti de tevkif edildi!”
- “Vah vah! Acırım arkasında kıldığım namazlara…”
- “Sorma, sorma…”
Padişah, kadı ve adam izliyorlarmış olup-bitenleri. Sonunda Padişah çeşmeyi yaptırana sormuş:
- “Eee, ne olacak şimdi? Adam:
- “Bırakma zamanıdır. Bir de özür dileyip helâllik almak lâzımdır hocadan.” “Haklısın” demiş padişah, denilenin yapılması için emir buyurmuş ve adama dönmüş. Adam başı önünde konuşmuş:
- “Ey büyük Sultanım, siz irade buyurunuz lütfen, böyle Müslümanlara su helâl edilir mi?”
Sultan acı acı tebessüm etmiş:
- “Hava bile haram, hava bile!” demiş.


Müslümanlar ise dünyaya barış huzur ve adalet sağlayacağına; birlik ve beraberlik içinde, dimdik, güçlü ve kendi halkına refahı yaşatan taraf olacağına ezilen, zulme uğrayan, işkence gören, öldürülen taraf.
Mısır’da kavga, Irak’ta çatışma, Suriye’de katliam, Cezayir’de iç mücadele, Filistin’de gruplaşma, Çeçenistan’da ihanet, Somali’de açlıkla ölüm, Patani'de umursamazlık… Ölen, gözyaşı döken, aç kalan, yağmalanan hep Müslümanlar.
Hıristiyan-Yahudi ortaklığı İslam’ı ve Müslümanı düşman sayıp, yok etmek için her fırsatı değerlendirirken Müslümanlar birbirleriyle didişiyor.
Tüm dünyada Müslümanlar öldürülüp şehit edilirken, yüz binlercesi açlık sınırında yaşarken, hemen her gün bir İslam toprağına saldırılar sürerken, Müslüman milletlerin milli değerleri, zenginlikleri, namusları yağmalanırken, Müslümanlar kendi vatanlarında adeta esir konumunda yaşamaya mahkûmken, ya da yurtlarını terk etmeye mecburken Müslümanlara çeşmeden su içmek haram değil mi?
- Çağımızda durum farklı mı? Müslüman milletlerin birbirleri eliyle katliamı sürerken Haçlı, Siyonizm siyasi ittifakı askeri, politik, kültürel baskılar ve oyunlarla dünya düzenine keyfince yön veriyor. İslam ülkelerinin sosyal, siyasî, ekonomik ve dinî yapısı incelenerek stratejiler geliştiriliyor.

30 Mayıs 2013 Perşembe

TERKEDİLEN NAMAZ

Harun Reşid döneminde Behlül Dana’ nın, halife Harun reşid’in kıldırdıgı cuma namazlarına gelmediği farkedilir. Bu durum halifeye bildirilir.
Harun Reşid Behlül Dana’yı huzuruna çağırtır. Kendisine cuma namazlarına neden gelmediğini sorar. Behlül Dana 
-“Önümüzdeki cuma namazına geleceğim” cevabını verir. Vaaz, hutbe derken Harun Reşid’in kıldırdığı namaz başlayınca Behlül Dana da bir kıpırdanma başlar. Sonunda behlül Dana dayanamaz cemaat ikinci rekata başlarken camiyi terkeder.
Namazdan sonra durum halifeye bildirilir. Harun Reşid sinirlenir ve behlül Dana’yı tekrar huzuruna çağırtır. Namazı neden terkettiğini sorar. Behlül Dana” 
-Tekbir alırken bir ülke fethetmeyi düşündün, Fatiha okurken ordunu topladın, rüküda savaşı yaptın, o ülkeyi fethettin. Birinci secdede kıralı öldürdün, kızı canını bağışlaman için yalvararak ayaklarına kapandı… Buraya kadar anlattıklarım doğru mu?” diye sorar. Harun Reşid: 
-“Evet, tam olarak doğru” cevabını verir. Behlül Dana; 
-“İkinci secdede kralın kızını nikahladın, sarayına getirdin. İkinci rekatta odanıza geçtiniz… 
Eh artık bana da karı kocayı yalnız bırakmak düşerdi!.. Namazı bu sebepten terkettim sultanım” cevabını verir…

13 Nisan 2013 Cumartesi

FETİHTE KIBLE


FATİH SULTAN MEHMED İSTANBULU FETHETTİĞİNDE NE OLDU? 

İstanbul fethedildi... Günlerden Cuma...
Fatih Sultan Mehmed Han, Cuma Namazı kıldırarak hâkimiyetini ilân edecek. Tekbir alıyor.
Bütün ordu arkasında! Herkes ulvî bir sesle tekbir alıp, ellerini bağlıyor.
Mehmed, birden selâm veriyor. Sonra bir daha tekbir alıyor. 300 bin kişi bir daha tekbir alıyor!
Sultan, sonra yine selâm veriyor; Tekrar tekbir alıp, üç tekbir de namazı kıldırıyor.

Hocası Ak Şemseddin, namazdan sonra talebesi olan Sultan'a:
-"Yazıklar olsun sana! İstanbul'u fethettim diye kibre kapılıp, namazı 3 kere de kıldırırsın!" diyor.

Fatih'in gözleri yaşlı... Dönüyor hocasına, diyor ki:
-"Hocam eğer bu sitemin olmasa idi, söylemeyecektim. Birinci tekbir de aklıma bir şey girdi. Bu kilisenin yönü Kıble değil, selâm verdim. Sonraki tekbir de yine evham geldi, tekrar selâm verdim; üçüncü tekbiri alırken, Kâbe bütün ihtişamı ile önümde belirdi! Rahatladım ve namazı kıldırdım..."

Bunun üzerine Ak Şemseddin de Fâtih Mehmed'e şunları söylüyor:
-"Bende, sen bunu anlatmasa idin, asla anlatmaz idim. Sen birinci tekbiri alınca: Eyvah! Buranın yönü Kıble değil; yetiş Allah'ım imdâda!'' dedim, sen selâm verdin. İkinci tekbir de yine Allah'a yalvardım, sen selâm verince rahatladım. Sen üçüncü defa tekbir alır iken, Hızır (a.s) geldi, parmağını Camii'nin duvarına sokup Kıbleye çevirdi ve dedi ki:

"Allah bize fethi müyesser eyledi (nasîb etti)".."

10 Nisan 2013 Çarşamba

KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN VE KARINCA


İstanbul da Güneşli bir Günün Sabahında Topkapı sarayının avlusunda bulunan Has Odanın kapısı açıldı.Uzun boylu genç bir adam arka bahçeye doğru ilerliyordu.Bu kişi avrupayı titreten koca Akdenizi hakimiyet altına alan Osm Devletinin kuvvetli hükümdarı Kanuni Sultan Süleymandan başkası değildi.Devlet işlerinden vakit buldukça soluklanmak için arka bahçeye çıkar; ağaçları kuşları denizi seyrederdi. 
O gün deniz ağaçlar bir başka güzeldi, yalnız ağaçlardan bir kaç tanesinin yapraklarının buruştuğunu farketti. Hemen yanına yaklaştı ve eliyle ve eliyle tutup incelemeye başladı.Biraz sonra ağaçların neden buruştuğunu anlamıştı.Karıncalar salmıştı o güzelim dallarını Aklına bir çözüm yolu gelmişti.Ağaçları ilaçlatacaktı böylaca ağaçlar karıncalardan kurtulacak ve rahat bir nefes alacaktı.Fakat birkaç dakika düşününce bu fikrin o kadarda iyi olmadığını anladı. Karıncalarda can taşıyordu,ağaçları ilaçlatırsa onlar ölebilirdi. İşin içinden çıkamayacağını anlayan Kanuni, bu konuyu danışmak için hocası Ebussuud Efendiyi aramaya koyuldu. Hocasının odasına gitti. ama hocası odada yoktu. Heme oracıkta bulduğu kağıt parçasına kafasına takılan soruyu edebi bir dille yazdı ve hocasının rahlesinin üzerine bıraktı.
Birkaç saat sonra hocası odasına gelmiş ve rahlenin üzerinde el yazısı ile yazılmılş olan kağıdı görmüştü. Eline hat kalemini alan Ebusuud efendi talebesinin soruyu yazdığı kağıdın altına birşeyler yazdı ve kağıdı rahleye bıraktı.
Kanuni bir ara tekrar hocasını odasına uğradı.Hocası yerinde yoktu; ama rahlenin üzerine bırakmış olduğu kağıdın üzerine kendi yazısı dışında birşeylerin daha yazılmış olduğunu gördü. Merakla eline kağıdı eline aldı ve okumaya başladı. Yazıyı okuyunca yüzünde bir tebessüm belirdi. kağıdın üst kısmında Kanuni'nin hocasına yazdığı sual vardı. Kanuni şöyle yazıyordu hocasına

Meyve ağaçlarını sarınca Karınca
Günah varmı Karıncayı Kırınca?

Hocası Ebussuud soruyu şöyle cevaplıyordu.

Yarın Hakkın Divanına Varınca
Süleymandan hakkını alır karınca.

4 Nisan 2013 Perşembe


Cevap çok etkileyici, siz hangi cevabı verirdiniz?

Saygın bir firmada yönetim işe girmek isteyenlere bir soru sormuş ve soruya en uygun cevabı veren kişiyi işe almışlar.

Bu soruda doğru veya yanlış cevap diye bir şey yok sadece düşünce sistemi önemli.

Soru şu:

Karanlık yağmurlu bir gece yağmur yağıyor fırtına var gök gürlüyor ve siz sabaha karşı 02.00' de tek başınıza ıssız bir yolda araba ile gitmektesiniz. Arabanız iki kişilik. Biraz ilerde otobüs durağında 3 kişi bekliyor.

Birincisi bir doktor sizi daha önce geçirdiğiniz kalp krizinden kurtarmış.
İkinci kişi çok yaşlı ve hasta neredeyse ölmek üzere olan birisi.
Üçüncüsü hayatinizin rüyası her zaman tanışmak için can attığınız birisi.

Hava gittikçe kötüleşiyor ve arabanızda sadece bir kişiye yer var. Böyle bir durumda ne yapardınız?
Soruyu iyice düşünün ve en iyi cevabı verin.

Görüşmecilerden bazılarının cevabı şöyle olmuş:

A. Hasta adamı en yakın hastaneye götürürdüm
B. Doktor daha önce hayatımı kurtardığına göre onu alırdım
C. Manen düşünürsem tabi ki hasta adamı alırdım fakat kendi geleceğim ve hayatım için her zaman tanışmak istediğim hayatımın rüyasını alırdım.

Burada doğru veya yanlış cevap diye bir şey yok sadece her bir kişinin durumu algılayışı ve ele alisi var

Bu görüşmede cevapların % 90' i "yaşlı adamı alırdım" olmuş olmuş; ama sadece bir kişiyi işe almışlar.

O kişinin cevabı acaba nasılmış?

Arabadan inip anahtarı doktora veririm doktor benim hayatımı kurtardığı gibi yaşlı kişiyi de hastaneye yetiştirip
iyileştirebilir.

Böylece ben de hayatımın insanıyla otobüs durağında baş başa kalıp onu tanıma fırsatını elde edebilirim.
Bu cevapla o kişi hemen işe alınmış.

İnsanoğlu tabii olarak bencildir bütün verilen diğer cevaplarda kimse arabasını vermeyi akıl edememiş.

3 Nisan 2013 Çarşamba

CANIM OĞLUMA / KIZIMA


  • Benim yaşlandığımı düşündüğün gün, sabırlı ol lütfen ve beni anlamaya çalış… 
  • Yemek yerken üstümü kirletirsem üzerimi değiştirecek gücüm yoksa.
  • Lütfen sabırlı ol. Benim sana bir şeyler öğretmek için seninle ilgilendiğim zamanları hatırla...
  • Seninle konuşurken, sürekli aynı şeyleri 1000 kere tekrarlıyorsam… sözümü kesme beni dinle.
  • Sen küçükken, uyuyana kadar sana aynı hikayeyi 1000 defa tekrar tekrar okumak zorunda kalıyordum.
  • Banyo yapmak istemediğimde; Beni utandırma yada azarlama… Seni banyoya götürmek için icat ettiğim küçük yöntemlerimi ve oyunlarımı hatırla…
  • Yeni teknolojiler karşındaki cahilliğimi görürsen… bana zaman tanı ve beni yüzünde alaycı bir gülümsemeyle izleme…
  • Bazı zamanlarda unutkan olursam yahut konuşmalarımızda ipin ucunu kaçırırsam… lütfen hatırlamam için gerekli zamanı bana tanı… eğer hatırlayamazsam, sinirlenme… çünkü asıl önemli olan benim konuşmam değil, senin yanında olabilmem ve senin beni dinliyor olmandır.
  • Ben sana bir sürü şeyi nasıl yapacağını gösterdim… İyi yemek yemeyi, iyi giyinmeyi… yaşamı göğüslemeyi…
  • Eğer bir şey yemek istemezsem, baskı yapma bana. Ne zaman yemem yada yememem gerektiğini ben gayet iyi bilirim.
  • Ve yaşlı bacaklarım yürümeme izin vermediğinde bana elini ver… Tıpkı, benim sana ilk adımlarını atarken verdiğim gibi.
  • Ve bir gün artık daha fazla yaşamak istemediğimi söylediğimde… ve ölmek istediğimi… Kızma… Bir gün anlayacaksın…
  • Yaşımın; zevk alma değil artık idareten yaşama yaşı olduğunu anlamaya çalış, Bir gün şunu anlayacaksın: hatalarıma karşın hep senin için iyi olanı gerçekleştirmeye çabaladım ve senin yolunu hazırlamaya çalıştım
  • Senin yanında olduğumda üzgün, kızgın yada güçsüz hissetme kendini.
  • Benim yanımda olmalısın, beni anlamalısın ve bana yardım etmelisin.
  • Yürümeme yardımcı ol… ve yolumu sabır ile, sevgi ile bitirmeme...
  • Benim için yaptıklarını, bir gülümseme ve senin için her zaman taşıdığım çok derin bir sevgi ile geri ödeyebilirim ancak.

Seni çok seviyorum oğlum/kızım… Ve hep seveceğim…
Alıntı

15 Ocak 2013 Salı

ALTIN KURALLAR


1-Ucuz araba kullan ama, alabileceğin en güzel evi al.
2-Her zaman ve her ortamda anlatabileceğin üç fıkra öğren.
3-Sevinçlerini sakın erteleme.
4-Eşini çok iyi seç. Çünkü bu seçim mutluluğunun veya bedbahtlığını %90’ını oluşturur.
5-Hergün 30 dakika yürüyüş yap.
6-Her yemekten sonra şükret.
7-Bir arkadaşına sırrını açıklamadan önce iki kere düşün.
8-Maaş çekini imzalayan kişileri asla eleştirme.
9-Kaybedecek şeyi olmayan insanlardan kork.
10-Gözünün önünde hep güzel şeyler bulundur.
11-Çocukların, gelenek sözcüğünü duyduklarında seni hatırlayacak şekilde yaşa.
12-Dinine ait kitabı tam anlamıyla okumak için kendine bir yıl süre tanı.
13-Biri seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.
14-Hergün 6 bardak su içmeyi unutma..
15-seni seven insanları koru..
16-Zor da olsa ailenle tatil yapmak için her şeyi dene. Bu tatildeki anılar, hayatındaki en değerli anılardan biri olacak.
17-Kendine yapılmasını istemediğin hiçbirşeyi başkalarına yapma.
18-Başarıya, iç huzura kavuştuğun, sağlıklı olduğun ve sevildiğin zamanı değerlendir.
19-İyi ve başarılı bir evliliğin iki şeye bağlı olduğunu unutma:
a) Doğru insanı bulmak
b) Doğru insan olmak.
20-Ebeveynlerini, eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır.
21-Evliliğini güzelleştirmek için hergün bir şeyler yap.
22-iyilik dolu bir sözü ve iyiliğin etkisini asla küçümseme.

SON SÖZ..
Hayatınızdaki kötü olayları düşünerek vakit kaybetmeyin; Yoksa güzellikleri görmekte gecikebilirsiniz . .

14 Ocak 2013 Pazartesi

Üçlü Filtre Testi


Bir gün bir tanıdığı, Socrates’e rastladı ve dedi ki;Arkadaşınla ilgili ne duyduğumu biliyor musun?”
“Bir dakika bekle!” diye cevap verdi Socrates.
“Bana bir şey söylemeden önce senin küçük bir testten geçmeni istiyorum.
Buna “Üçlü Filtre Testi’ deniyor. Benimle arkadaşım hakkında konuşmaya başlamadan önce, bir süre durup ne söyleyeceğini filtre etmek, iyi bir fikir olabilir.
Birinci filtre: ‘Gerçek Filtresi’ Bana birazdan söyleyeceğin şeyin tam anlamıyla gerçek olduğundan emin misin?”
“Hayır.” dedi adam, “Aslında bunu sadece duydum ve…”
”Tamam.” dedi Socretes.
“Öyleyse, sen bunun gerçekten doğru olup olmadığını bilmiyorsun.
Şimdi ikinci filtreyi deneyelim, ‘İyilik Filtresini’ni.
Arkadaşım hakkında bana söylemek üzere olduğun şey iyi bir şey mi?”
“Hayır, tam tersi…”
“Öyleyse,” diye devam etti Socrates, “Onun hakkında bana kötü bir şey söylemek istiyorsun ve bunun doğru olduğundan emin değilsin.
Fakat yine de testi geçebilirsin, çünkü geriye bir filtre daha kaldı: ‘İşe yararlılık filtresi’ Bana arkadaşım hakkında söyleyeceğin şey benim işime yarar mı?”
“Hayır, sanmam.”
“İyi,” diye tamamladı Socrates, “Eğer, bana söyleyeceğin şey doğru değilse, iyi değilse ve işe yarar, faydalı değilse bana niye söyleyesin ki?”

Yakın ve sevdiğiniz herhangi bir arkadaşınız hakkında başıboş konuşmalar duyduğunuz her sefer bu üç filtre testini kullanınız. Hem ilişkinizi, hem saygınlığınızı korumanız için faydalı bir yoldur.

11 Ocak 2013 Cuma

Olmak veya Olmamak

Her şeyin olabilir..
Evlerin, arabaların.. Bilgisayar vs… Her türlü teknolojik imkanın, renk renk elbiselerin, pahalı parfüm ya da kremlerin ve pahalı alışkanlıkların…
Ve sen !.. Her şey olabilirsin…
Güzel ya da çirkin..
Uzun ya da kısa olabilirsin..
Boylu poslu.. Gösterişli ya da gösterişsiz…
Tombul yada zayıf….
Genç ya da yaşlı…
Kadın ya da erkek olabilirsin…
Anne, baba olabilirsin.
Kardeş, ağabey, dost, arkadaş…
Huzurlu ve huzursuz…
Güleryüzlü ya da somurtuk..
Sakin ya da hareketli…
Sabırlı, dayanıklı, heyecanlı, atak ve coşkulu olabilirsin.
Hatta her an içinde bulunduğun duruma göre bir şey de olabilirsin.
Sonra iş sahibi olabilirsin ya da işsiz…
Üniversite yada lise yada ilköğretim mezunu olabilirsin.
Bir meslek sahibi olabilirsin.
Öğretmen, memur, işçi, doktor, mimar ya da avukat...
Hatta mesleğinde üst seviyelere çıkabilir ve unvanların olabilir…
Bütün bu özelliklerin çevrende pek bir takdir görebilir, övgüler alabilirsin…
Tüm bunlar iyidir hoştur, güzeldir …
Büyüklerin dediği gibi adam bile olabilirsin.
Ama asıl mesele insan olmaktır…
İnsan olmak başka bir şeydir…

Onun ne okunacak bir kitabı ne de ezberlenecek bir formülü vardır. İnsan olmak yukarıda saydıklarım ile saymadıklarımın tamamını kapsar…

Eğer; İnsanları toplumsal alt kimliklerine göre ayırmadan, cinsiyetlerine göre kayırmadan, zengin, fakir yada meslek ya da unvanlarına göre değil önce insan olduğu için sevip sayıyorsan…
Ve çevrendekilere sahip olduklarına göre değil, (seninle paylaşmamış olsa bile çevresindekilerle…) paylaştıklarına göre önem, değer ve anlam verebiliyorsan.
Verdiğin sözü tutuyor ve özün ile sözün birbirini tamamlıyorsa, iyiniyetli, samimi, merhametli, dürüst ve alçak gönüllü isen insan olmaya başladın demektir.
Pek havalı sıfatların olabilir ama en havalısı insan olmaktır. Kadın ya da erkek olmaktan, toplumsal sıfatlarından çok daha anlamlıdır. Ve tüm bunların yanına bir de erdem kattın mı insan oldun demektir.
Ve insan olduğunda sen artık insanların yüzlerine değil ruhlarına bakmaya başlarsın...

(Alıntı)

9 Ocak 2013 Çarşamba

Sadakat


Yaşlı bir adama sokakta yürürken bisikletli çarpmış ve hafif yaralanmış.Etraftakiler hastaneye götürmüşler. Hemşireler, röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini söylemişler. Yaşlı adam huzursuzlaşmış; 
- "acelesi olduğunu, röntgen istemediğini" söylemiş.
Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar.
- "Eşim huzur evinde kalıyor. Her sabah birlikte kahvaltı. etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş. 
Hemşire; 
- "Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" diyince; Yaşlı adam üzgün bir ifade ile: 
- "Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor, hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş. Hemşireler hayretle: 
- "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden her gün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?" diye sormuşlar. Adam cevaplamış:
- "Ama ben onun kim olduğunu biliyorum."