9 Eylül 2014 Salı

NE YAPTIM ŞİMDİ ...

Günlerden bir gün şeytanın yolu bir köye düşmüş.
Keyfi yerinde olan şeytan sırtını bir ağaca dayamış ve buzağısı kazığa bağlı
olan ineğini sağan genç bir kadını uzaktan izlemiş.
Şeytan kadını epeyce izledikten sonra yerinden kalkıp kazığa bağlı buzağının
ipini biraz gevşetmiş.
Buzağı bu az ötede annesinin sütünün kovaya sağılmasını aç karnına izlemeye
daha fazla dayanamamış debelenmiş ve boynundaki ip çözülmüş.
Koşarak annesini emmeye giden buzağı süt kovasını devirmiş.
Sağdığı süt ziyan olunca sinirlenen genç kadın eline geçirdiği odunu
buzağıya vurunca yavru yere yığılmış.
Yavrusuna saldırılan inek kayıtsız kalamayıp bir tekmede kadını yere serip öldürmüş.
Uzaktan geçmekte olan kadının kayın pederi, ineğin ´gelinini öldürdüğünü görüp ineği tüfekle vurmuş.
Silah sesini duyan koca , karısını yerde cansız yatar babasını da elinde tüfekle görünce silahını çekip babasını öldürmüş.
Kısa bir süre sonra gerçeği öğrenen genç adam , bu kadar acıya dayanamayıp intihar etmiş.
Bütün bu olayları bir kenardan izleyen şeytan;

"BU FELAKETİ DE BANA YÜKLERLER, BUZAĞININ İPİNİ GEVŞETMEKTEN BAŞKA BEN NE YAPTIM ŞİMDİ" demiş.

BAHANEYDİ...















Dişlerim döküldü, saçım ağardı,
Yaşın ne günahı? yaş bahaneydi.
Talihim daş atdı, başımı yardı,
Buna daş neylesin? daş bahaneydi.

Bazen baharda da sararır yaprak,
Talihin elinde her şey oyuncak,
İnsanı öldüren eceldir ancak,
Azar da, bezar da, boş bahaneydi.

Lağ etme bedbahta, gülme nakama,
Bedbaht can atmakla yetişmez kama,
Bahtınnan kar yağdı, ömür bahçana,
Buna kış neylesin? kış bahaneydi.

Men kuzeyli oldum, bahtım güneyli,
Ona çatamadım, çalışdım hayli,
BAHTİYAR bahtından oldu gileyli,
Bu da sənin üçün hoş bahaneydi...

Bahtiyar Vahabzade

13 Şubat 2014 Perşembe

En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler.


Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. 
Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye döner.

Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir.

Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler :

Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar..!

Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız.
Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz.

Kahvenizin tadına varın!
En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. 
Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.

8 Şubat 2014 Cumartesi

Onun İçin Ağlıyorum


Abdülkadir Geylani Hazretlerine birisi bir köle hediye ediyor, diyor ki: 

- Bu köleyi alın, zatınıza hizmetçi olsun. Abdülkadir Geylani Hazretleri köleyi alıyor, evine getiriyor:
- Evladım, bak, Şu odalar yatma yeridir, şu elbiseler de giyilebilir. Yemek istiyorsan işte şu yemekler var. 
diyor. Ondan sonra soruyor: 
- Şimdi gördün bunları, nerede yatmak istersin? 
- Nereyi münasip görürseniz.
- Peki hangi elbiseyi giymek istersin?
- Hangisini uygun görürseniz.”
- Hangi yemeği seversin?”
- Hangisini verirseniz…”

Köle böyle cevaplar verince, Abdülkadir Geylani Hazretleri gözyaşı dökmeye başlıyor. Köle bu sefer tereddüt ediyor, üzülüyor, acaba hatalı bir cevap mı verdim diye. 
Geylani Hazretlerinin gözyaşları sürekli akınca köle yaklaşıyor: 
- Efendi Hazretleri, kusur ettiysem, özür dilerim, hata mı ettim acaba?”
- Yok evladım yok, hata etmedin, tam isabet ettin.
- Niye ağlıyorsunuz öyleyse?
- Söylediklerini dinledim de ondan.
- Ben yanlış bir şey mi söyledim?
- Yok, doğru söyledin. Keşke senin bana bu yaptığın itaat gibi, ben de Rabbime böyle bir itaatte, kullukta bulunsam da ömrümde bir defa olsun, Ya Rabbi, Senden hiçbir şey istemiyorum.. Nereyi uygun bulursan o evde yatarım, hangi elbiseyi münasip görürsen onu giyerim, hangi rızkı verirsen onu yerim. Başka bir talebim yok Senden diyebilseydim. 
"Onun için ağlıyorum" diyor..!

5 Şubat 2014 Çarşamba

KIZ BABASI OLMAK ..!



0 yaşında 
Baba: Ne kadar da güzel. Şimdi bu küçücük şey benim kızım mı...? Gözleri de bana ne kadar çok benziyor... 
Kızı: Bu gözlerini benden hiç ayirmayanadam babam olsa gerek... 

5 yaşında 
Baba: Prensesim benim, güzel kızım... Söyle bakalım baban sana ne alsın...? 
Kızı: En çok babamı seviyorum... Babam, niye annemle uyuyor...? Hep benimle uyusun, başkasını sevmesin... 

10 yaşında 
Baba: Gittikçe yaramaz oluyor, kime çekti bu kız...? 
Kızı: Ben babama aşığım... Büyüyünce babam gibi erkekle evlenecegim... Babam bu ay harçlığımı arttırır mı...? 

15 yaşında 
Baba: Ne kadar da çabuk büyüdü... Eve de gittikçe geç kalmaya basladı, bu gidişle başına kötü bir şey gelecek... Sanırım daha sert konuşmalıyım... 
Kızı: Babam yüzünden arkadaşlarımla istediğim kadar vakit geçiremiyorum... Bana baskı uygulamasından nefret ediyorum... Ne zaman özgür olacağım...? 

20 yaşında 
Baba: Artık sözümü dinlemiyor, benden giderek uzaklaşıyor... Kendi parasını da kazanmaya basladı ya, bana ihtiyacı kalmadı tabii. Uzun zamandır tatlı bir-iki laf geçmedi aramızda zaten... Evi de sürekli erkekler arıyor. Galiba kızım elden gidiyor... 
Kızı: Her dediğime alınıyor, beni bir türlü anlamıyor... Hele geçen gün giydiğim mini eteğe karışmasına ne demeli...? Evden ayrılıp, kendi hayatımı kurmalıyım... Çocuk muamelesi görmekten bıktım artık!... 

25 yaşında 
Baba: Bir gün bunun olacağını biliyordum... İşte evleniyor... Zaten aramız eskisi gibi değildi... Şimdi bir de kocası var... Prensesim beni terkediyor... 
Kızı: Böyle bir günde bile o mutsuz ifadeyi takınmasının ne lüzumu var ki...¿ Biliyorum, onu bir türlü içine sindiremedi. Bu yüzden yapıyor... Kendi hayalindeki damat degil ya!... Sanki birlikte yaşayacak olan o... 

30 yaşında 
Baba: Çok az görüşüyoruz. Daha sık biraraya gelsek ne iyi olur... Hem torunlarımı da özlüyorum... Kendi arkadaş çevrelerinden fırsat bulup da bize gelemiyorlar ki... 
Kızı: Babamları da çok ihmal ediyorum galiba... Yine telefonda çok üzgün geldi sesi... Haftasonu onlara süpriz yapmak en iyisi... 

40 yaşında 
Baba: Kızım, benim entellektüel düzeyimi yeterli bulmuyor... Ona göre çağın gerisinde düşünüyormuşum... Oysa küçükken derslerine hep ben yardım ederdim... Anlayamadığı bütün problemleri bana sorardı... Şimdi beni beğenmiyor... Bir daha onunla asla politik tartışmalara girmeyecegim... 
Kızı: Babam giderek daha da çocuk gibi davranıyor... Sürekli bir şeylerden yakınıyor... Gerçi son zamanlarda sağlığı da iyi değil ama... Ya ona bir şey olursa...? Zaten hiçbir zaman dilediği gibi bir evlat da olamadım... 

45 yaşında 
Baba: Kızımın mutlu bir yuvası olması ne güzel... Gözüm arkada gitmeyecegim. Her şeyi kendi başardı... Onunla gurur duyuyorum... 
Kızı: Babam için çok endişeleniyorum. Onu kaybetmeye hazır değilim... İlaçlarını da hep ihmal ediyor zaten... Allah'ım onu benden alma! 

50 yaşında
Baba: Dünyada mutlu kal kızım !... 
Kızı: Seni çok özleyecegim ve arayacağım babacığım... Şimdi ben kime danışacağım, kim yardım edecek bana...? Ne olur gittiğin yerde çok mutlu ol... Ve hep yanımda olduğunu hissettir, Ne bileyim ben, arada sırada işaretler yolla mesela... Ah babacığım! Sensiz nasıl yaşayacağım...? 

55 yaşında 
Kadın: Sen gideli, seni daha iyi anlıyorum babacığım... Keşke seni hiç üzmeseydim demeyeceğim, Çünkü "keşke"lerin hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorum.... Yine de beni duyuyorsan, lütfen seni üzdüğüm her gün için çok ama çok pişman olduğumu bil olur mu.

31 Ocak 2014 Cuma

Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.



Günün son dersinin sonuna gelinmişti. Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu. Defter ve kitaplarını çantalarına koydular. Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar. Yalnız, Ali hazırlanmamıştı. Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu. Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı. Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla öğretmenine bakıyor, bir yandan da arkadaşlarının gitmesini bekliyordu. Öğretmeni, onun bu halini fark etti:

- Hayrola Ali, dedi. Eve gitmeyecek misin? Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce cevap verdi:
- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.
- Peki, dedi öğretmeni. Ne söyleyeceksin bakalım?
- Ahmet arkadaşımız var ya…
- Evet, ne olmuş Ahmet'e?
- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi, beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.
- Eee?
- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim yardim ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit parası biriktirip her hafta size versem, siz de ona verseniz?

Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp öğretmenin masasının üzerine koydu. Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı. Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin durumu pekiyi değildi. Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardim etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin bilinmesini istemiyordu. Nurhan Öğretmen:

- Dur bakalım Ali, dedi. Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?
- Doğru biliyorsunuz öğretmenim. Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor. Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum.
- Nerede çalışıyorsun?
- Simit satıyorum.

Nurhan Öğretmen yine durup düşündü. İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi? Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı. Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa, belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen, Ali'ye dondu:

- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.
- Çok zengin bir işadamı…
- Niçin?
- İnsanlara daha çok yardım etmek için…
- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen. Bak simdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan pek farklı değil. İstersen acele etme. Çok zengin olduğun zaman insanlara yardim edersin. Olmaz mı?
- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.
Neden olmaz?Üç sebepten dolayı olmaz.

Birincisi: Bu para zaten benim değil. İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan etkileniyor, daha çok simit alıyorlar. Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile fazla simit satıyorum. Hele mahallede Hasan Amca var, her gün iki simit alıp güvercinlere veriyor.
İkincisi: "Ağaç yas iken eğilir." deniliyor. Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem büyüdüğümde hiç yapamam. Şimdiden iyilik yapmayıp bunu zenginlik günlerime ertelersem, zengin olduğum günlerde de daha zengin olduğum günlere erteler kendimi kandırmış olurum.
Üçüncüsü (ise daha önemli): Büyüdüğüm zaman çok zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.

Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri varmış gibi dinliyordu:

- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi, çok zengin olmadığım için, ancak günde bir simit parası kadar yardım edebiliyorum. Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin olmadan ölürsem birkaç simit parasıyla Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu. Başını "Evet" anlamında sallarken Ali'yi evine yolladı.
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti. Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini, yakutlarını, elmaslarını tutuyordu. Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi. Bu paralar, bu bozuk SIMIT paraları, Cenneti satın alabilecek paralardı. Sanki hiç bırakmak istemeyen bir duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen. İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen duygulara boğulduğunu hissetti. Birden boşalan sağanak yağmurlar gibi ağlamaya başladı. 

Ağladı… Ağladı… Ağladı.

Kendine geldiğinde aksam olmuştu. Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları ile cenneti satın almak' diye Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu. Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?' demesini bile duymayan Nurhan öğretmen, bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın alaca karanlığına karışıvermişti

  • Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den utanmışsanız, maddi durumunuz iyi değilse bile, iki tane ekmek alıp bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
  • Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.
  • Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.
  • Yeter ki boş durmayın!
  • "Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir."

30 Ocak 2014 Perşembe

Ciyaklatmadan Kaz Yolmak...

Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil-i kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına Başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş.

Padişah, ihtiyarı selamlamış:
"Selamunaleykum ey pir'i fani..."
"Aleykumselam ey serdar'i cihan..." Padişah sormuş:
"Altılarda ne yaptın?"
"Altıya altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..." Padişah gene sormuş:
"Geceleri kalkmadın mı?"
"Kalktık... Lakin, ellere yaradı..." Padişah gülmüş:
"Bir kaz göndersem yolar mısın?"
"Hem de ciyaklatmadan..."

Padişahla Başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah Başvezire dönmüş:
"Ne konuştuğumuzu anladın mı?"
"Hayır padişahım..." Padişah sinirlenmiş:
"Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım."

Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada çalışıyor.
"Ne konuştunuz siz padişahla..."

Adam, başveziri şöyle bir süzmüş:
"Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim." Başvezir, yüz altın vermiş.
"Sen padişahı, serdar-ı cihan, diye selamladın. Nereden anladın padişah olduğunu."
"Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi." Vezir kafasını kaşımış.
"Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne emek?..." Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış.
"Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim." Vezir bir soru daha sormuş...
"Geceleri kalkmadın mı ne demek?" Adam bir yüz altın daha almış.
"Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim..." Vezir gene kafasını sallamış. Peki"Bir kaz göndersem yolar mısın", o ne demek... Adam gülmüş.
"Onu da sen bul..."

28 Ocak 2014 Salı

BİR FARK OLUŞTURABİLMEK ...



Okulun ilk gününde 5. sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkânsızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı.

Bayan Mediha bir yıl önce Mustafa’yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Bayan Mediha onun kâğıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x) yapmaktan ve kâğıdın üstüne büyükçe (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu.
Bayan Mediha’nın okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa’nın kayıtlarını en sona bıraktı. Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı.

Birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli?

İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: Mustafa mükemmel bir öğrenci sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor. Ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evde ki yaşamı mücadele içinde geçiyor?

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: Mustafa’nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evde ki yaşamı yakında onu etkileyecek.

Dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: 'Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.

Bunları okuyunca, Mediha Hanım problemi kavradı ve kendinden utandı.
Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa’nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti.

Mustafa’nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kağıdı ile beceriksizce sarılmıştı.

Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Bayan Mediha pakette
taşlarından bazıları düşmüş, yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı.

Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz. Çocuklar gittikten sonra Bayan Mediha en az bir saat ağladı. O günden sonra okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine çocukları eğitmeye başladı. Bayan Mediha, Mustafa ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıfta ki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra Bayan Mediha kapısının altında Mustafa’dan bir not buldu. Ona hala yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu.

Altı yıl sonra Mustafa’dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı.

Bundan dört yıl sonra bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Bayan Mediha’nın tüm yaşamında ki en iyi ve en favori öğretmen olduğunu yazmıştı. 

Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan sonra biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama simdi ismi biraz daha uzundu.

Mektup şöyle imzalanmıştı.

Prof. Dr. Mustafa Yılmaz (Tıp Doktoru)

Öykü burada bitmiyor. Görüyorsunuz ortaya çıkan başka bir mektup var. Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Bayan Mediha’nın damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu.

Şüphesiz Bayan Mediha bunu kabul etti. Ve tahmin edin ne oldu?

Taşları düşmüş olan bileziği taktı. Dahası Mustafa’nın Annesinin süründüğü parfümden sürdü.
Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Bayan Mediha’nın kulağına şöyle fısıldadı; 'Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim.

Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim'

Bayan Mediha, gözlerinde yaşlarla fısıldadı;

'Mustafa, yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirebileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum'.

Bayan Mediha, Mustafaya annesiz olduğunu hiç bir zaman hissettirmedi... 
O bileziği hep taktı, o parfümü hep sürdü....

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın. 

BAŞARININ SIRRI ...


İş adamının işleri bozulmuştu. Ne yaptıysa olmuyordu. Bir zamanlar çok başarılı bir insan olmasına rağmen şimdi büyük olan sadece borçlarıydı. Bir taraftan kredi verenler onu sıkıştırırken, diğer taraftan da bir sürü insan ödeme bekliyordu. Çok bunalmıştı ve hiçbir çıkış yolu bulamıyordu. Nefes almak için parka gitti. Bir banka oturdu, başını ellerinin arasına aldı ve bu durumdan nasıl kurtulacağını düşünmeye başladı.

Tam bu sırada birden, önünde yaşlı bir adam durdu. 'Çok üzgün görünüyorsun. Seni rahatsız eden bir şey olduğu belli… Benimle Paylaşmak ister misin?' diye sordu yaşlı adam. İşadamının yakınmalarını dinledikten sonra da, 'Sana yardım edebilirim' dedi. Çek defterini çıkardı. İşadamının adını sordu ve ona bir çek yazdı. Çeki ona verirken de şöyle dedi: 'Bu para senin. Bir yıl sonra seninle burada buluştuğumuzda bana olan borcunu ödersin. Hadi al' dedi. Ve yaşlı adam geldiği gibi hızla gözden kayboldu.

İşadamı elindeki çeke baktı. Çekte 500 bin dolar yazıyordu ve imza ise John Rockefeller' e aitti, yani o gün için dünyanın en zengin adamına. 'Tüm borçlarımı hemen ödeyebilirim' diye düşündü. John Rockefeller' e ait bu çekle her şeyi çözebilirdi. Ama çeki bozdurmaktan vazgeçti. Bu değerli çeki kasasına koydu. Onun kasasında olduğunu bilmenin güveniyle yepyeni bir iyimserlikle işine tekrar dört elle sarıldı. Büyük küçük demeden tüm işleri değerlendirmeye başladı. Ödeme planlarını yeniden yapılandırdı. İyi yapılan işler yeni işleri doğurdu. Birkaç ay sonra tekrar işlerini yoluna koyabilmişti.

Takip eden aylarda ise borçlarından tümüyle kurtulup hatta para kazanmaya başlamıştı. Tüm bir yıl boyunca çalıştı durdu. Tam bir yıl sonra, elinde bozulmamış çek ile parka gitti. Kararlaştırılmış saatin gelmesini bekledi. Tam zamanında yaşlı adamın hızla ona doğru geldiğini gördü. Tam ona çekini geri verip başarı öyküsünü paylaşacakken bir hemşire koşarak geldi ve adamı yakaladı. Hemşire 'Onu bulduğuma çok sevindim, umarım sizi rahatsız etmemiştir' dedi. 'Çünkü bu bey sürekli olarak huzur evinden kaçıp, bu parka geliyor. Herkese kendisinin John Rockfeller olduğunu söylüyor' diye ekledi. Hemşire adamın koluna girip onunla birlikte uzaklaştı.

İşadamı şaşkın bir şekilde öylece durdu kaldı. Sanki donmuştu. Tüm yıl boyunca arkasında yarım milyon dolar olduğuna inanarak işler almış, yapmış ve satmıştı.

Birden, hayatının akışının değiştiren şeyin para olmadığını fark etti.
Hayatını değiştirenin yeniden kendinde bulduğu kendine güven ve inançtı.
Başarının sırrı, kasamızda duran değil, kendi kalbimizde ve kafamızda olanlardır. Başka yerde aramaya gerek yok.

23 Ocak 2014 Perşembe

HAYATINIZ SEÇTİĞİNİZ KADINDIR..



Evvel zaman içinde Memleketin birinde 90 yaşlarında fakat çok dinç ve genç görünümlü bir adam yaşarmış?Çevr...esinde bulunan herkes ona çok özenir ve sorarlarmış.
"bu gençliğin sırrı nedir" diye.
İhtiyar delikanlı güler geçermiş her soruldukça bu soruya.
Ama sorular sık ve soranlar çoğalınca cevap vermek vacip olmuş sanki.
Düşünmüş nasıl anlatırım bu sırrımı kolayca herkese. Sonra karar vermiş tüm meraklıları yemeğe davet etmeye evine.
"Bu davette size sırrımı açıklayacağım" demiş.
Herkes merakla davete gelmiş.Yemekler yenilmiş, içilmiş, sohbetler edilmiş vakit iyice gecikmiş.
Ama gençlik sırrı ile ilgili tek kelam edilmemiş.
Herkes konu ne zaman açılacak diye merak ederken adamcağız huri gibi sevimli hanımına seslenmiş.
"Hatun , şu kilerden bir karpuz getirirmisin bize sana zahmet!.."
Hanım hemen doğrulmuş kilere giderek kaş ile göz arasında gidip bir karpuz getirmiş.
Adamcağız şöyle eliyle bir vurmuş tık tık diye sonra da:
" Bu olmamış hanım, güzel çıkmayacak, başka getirir misin bir zahmet" demiş. Hanım onu götürmüş bir tane daha getirmiş. Adam onu da bir yoklamış yine beğenmemiş.
"Hanım sana yine zahmet olacak ama bu da olmamış başka bir tane getirir misin" demiş. Başka istemiş?. Bu böylece dört sefer daha tekrarlanmış .
Dedemiz beşincide karpuzu beğenmiş ve karpuz kesilmiş, misafirlere ikram edilmiş?. Herkes karpuzunu afiyetle yerken bizim dedecik sormuş.

"Eeeee?. Arkadaşlar işte benim gençliğimin sırrı burada anladınız mı??" Herkes birbirinin yüzüne bakmış.Kimse bişey anlamamış..

"Aman dede demişler nerde? Anlamadık biz bu sırrı!" Dedecik gülmüş.
"Efendiler" demiş
"O gördüğünüz karpuz kilerde bir tanecikti, tekti. Ben hanıma git de başka getir dedikçe o kilere gidip geliyor aynı karpuzu getiriyordu. Bir kere bile (aman be adam, delimisin nesin şu tek karpuzu ne taşıtttırıyorsun bana defalarca.) demedi. Beni sizin önünüzde mahcup duruma düşürmedi. İşte bütün bu gençliğimi hanımıma borçluyum."
"Biz birbirimizi hiç başkalarının önünde zor duruma düşürmeyiz. Aile içindeki hiçbir şeyi dışarıya yansıtmayız. Hep birbirimize destek olur, dert ortağı olur, yardım ederiz. Birbirimizle ilgili olan problemleri yine birbirimize anlatırız. İyi kötü her olayı da birlikte paylaşırız." demiş.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır..

Zevkli bir kadına rastlarsanız,ZEVKİNİZ,
bilgili bir kadına rastlarsanız BİLGİNİZ,
zeki bir kadına rastlarsanız ZEKANIZ gelişir.

Hayat kat kattır.
Babil'in Asma Bahçeleri gibi teraslar halinde yükselir ve bir terastan bir terasa sizi kadınlar götürür.

Ve bugün durduğunuz teras , seyrettiğiniz manzara, gördüğünüz hayat yanınızdaki kadının terası, manzarası ve hayatıdır.

Hayatınız seçtiğiniz kadındır.

22 Ocak 2014 Çarşamba

"BARDAGI YERE BIRAKIN BUGÜN"



Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. 
Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu :
“Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”
'50gm!'... '100gm!'...'125gm'... diye öğrenciler yanıtladı.
“ Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem,” dedi profösör, “ama, benim sorum şu ki :
“Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”
‘Hiçbir şey'… diye yanıtladı öğrenciler.
“Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sordu profesör bu kez…
“Kolunuz ağrımaya başlardı efendim” diye öğrencilerden biri yanıtladı
“Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?”
“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!”…..

Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler

“ Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu? ” diye sordu profesör.
“ Hayır….” diye yanıtladı herkes ...

Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?”
Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

“ Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda? ” diye tekrar profesör sordu.
“ Bardağı bırakın düşsün! ” diye öğrencilerden biri yanıt verdi.
“Kesinlikle!” dedi, profesör.
“Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür.

Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar.
Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.

Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir, fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi).
Bu şekilde strese girmez, ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz!
Bu yüzden bugün ofisten ayrıldığınızda,
Sevdiklerinize şunu hatırlatın :

"Bardağı yere bırakın bugün"

20 Ocak 2014 Pazartesi

EĞİTİMDE BABA FAKTÖRÜ ...


Fatih Sultan Mehmed çok yaramaz bir öğrenciydi. 
Ders esnasında yaptığı şımarıklıklarla Hocası Akşemsettin’i çileden çıkarırdı. 
Akşemsettin II. Murat’ın huzuruna çıktı;
"Padişahım oğlunuz, Mehmet çok yaramaz, onun yaramazlıkları yüzünden ders işleyemiyorum, kendisine kızdığım zamanda hemen sizinle beni tehdit ediyor" deyince II. Murat, Akşemsettin’in yanına gelerek kulağına bir şeyler fısıldar.

Ertesi gün, ders esnasında, Padişah ansızın kapıyı açıp içeri girdi. Bu olay karşısında Akşemsettin hiddetlenerek Padişaha bağırdı ve bir tokat atarak, bu şekilde sınıfa giremeyeceğini izin istemesi gerektiğini söyleyerek derhal dışarı çıkmasını istedi. Padişah mahcup bir şekilde boynunu bükerek özür diledi ve dışarı çıktı. Az sonra kapı vuruldu ve Padişah mahcup bir şekilde içeri özür dileyerek girdi.
Plan muhteşem bir şekilde işlemişti. 
O günden sonra Fatih asla yaramazlık yapmadı.

Unutmayalım, Çocuklar şımarık doğmaz; diplomalı, maaşlı ama eğitimsiz ebeveynler tarafından şımartılır.

13 Ocak 2014 Pazartesi

DERT AĞACI

Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun ise bir saat geç gelmesine neden olmuş,

elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü pikabı çalışmayı reddetmişti.
Onu evine götürürken yanımda adeta bir taş gibi oturuyordu. Evine ulaştığımızda beni, ailesiyle tanışmam için davet etti.

Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu. Kapı açıldığında; adam şaşırtıcı bir şekilde değişti. Yanık yüzü tebessümle kaplandı, iki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük verdi. Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde; ağacın yanından geçerken merakım daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı sordum.

"O, benim dert ağacım," dedi.

"Elimde olmadan işimde bazı sorunlar çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar, evime, esime ve çocuklarıma ait değil. Bunun için bu sorunları her aksam eve girerken o ağaca asıyorum. Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musunuz?
"Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum...."

Öfkeyle geçen her dakikanız, mutluluğunuzdan çalınmış 60 saniyedir !

HAYATA DAİR !..





· Dinlediğin her şeye inanma, sahip olduğun her şeyi harcama ve istediğin kadar uyuma.
· ‘Seni seviyorum’ dediğinde, cidden söyle.
· Üzgünüm dediğinde, o kişinin gözlerinin içine bak.
· Evlenmeden önce en az 6 ay nişanlı kal.
· İlk bakışta aşka inan.
· Başkalarının düşleriyle asla alay etme.
· Tutkuyla ve derinden sev.
· Anlaşmazlık durumlarında, dürüst ol.
· Kimseyi kırma, hakaret etme.
· İnsanları akrabalarına göre yargılama.
· Yavaş konuş, ama hızlı düşün.
· Anneni ara.
· Biri hapşırdığında ‘çok yaşa’ de.
· Kaybettiğinde, ders al.
· 3 ‘S’yi unutma: Kendine Saygı; başkalarına Saygı; herşeyde Sorumluluk.
· Küçük bir anlaşmazlığın büyük bir arkadaşlığı bozmasına izin verme.
· Hata yaptığını farkettiğinde, onu hemen düzelt.
· Konuşmaktan, sohbetten hoşlanan bir kadın/erkekle evlen.
· Biraz yalnız kal.
· Değişikliklere kucak aç, ama değerlerini yitirme.
· Suskunluğun, bazen, en iyi yanıt olduğunu unutma.
· Daha çok kitap oku, daha az televizyon seyret.
· İyi ve saygın bir hayat sür.
· Allah`a güven ama arabanı kilitle.
· Evde sevgi dolu bir atmosfer önemlidir.
· Sevdiklerinle anlaşmazlığa düştüğünde, o anki duruma önem ver.
· Geçmişte çok yaşama.
· Satırlar arasını oku.
· Bildiklerini paylaş. Ölümsüzlüğü elde etmenin bir yoludur.
· Gezegenimize karşı nazik ol.
· Dua et. Duada, ölçülemeyecek bir güç saklıdır.·
· Sana sevgi gösterisinde bulunan birini engelleme.
· Başkalarının işine burnunu sokma.
· Onu öperken gözlerini kapatmayan bir kadın/erkeğe güvenme.
· Yılda bir kez hiç gitmediğin bir yere git.
· Bütün kuralları öğren, sonra bazılarına uyma.
· Çok para kazanıyorsan eğer, hayattayken, başkalarına yardım et. Bu, Şansın sana verebileceği en büyük tatmindir.
· Başarını, onu elde etmek için vazgeçmek zorunda kaldığın şeylere bağlantılı olarak değerlendir

Bir babanın, evlenecek oğluna nasihati

Âkil adam, Peygamber Efendimiz’in sözlerinden ve tecrübelerinden hareketle, oğluna evlenmeden evvel birkaç öğüt verir. İşte onlardan bir demet:

Oğlum! Şimdi sana 30 yıllık evliliğimin tecrübelerine dayanarak bazı nasihatlerde bulunacağım. Bu nasihatle uyarsan dünyada mutlu bir ömür geçirdiğin gibi, ahirette de ebedî saadete ulaşırsın inşaallah.

* Doğup büyüdüğü, senelerce yaşadığı bir yuvadan çıkarak, yabancı bir yere gelecek, huyunu-suyunu tam olarak bilmediğin bir insanla yaşayacak, bir yastıkta kocayacaksınız.
* Sen ona dost ol ki, o sana sevgili olsun.
* Sen evin direği ol ki, o da kirişi olsun.
* Sen ona hizmetkâr ol ki, o da sana cariye olsun.
* Ona sıkıntı verme ki, o da sana huzur kaynağı olsun.
* Sen ondan uzaklaşma ki, o da sana yakın olsun!
* Onun eğe, kaburga kemiğinden (mecazdır) yaratıldığını unutma ki, doğrultmaya kalkmayasın!
* Gözü ol, kulağı ol, kolu ol, gücü ol, onu koru ki, başkasına sığınmasın!
* Dışarıda işlerinle, içeride eşinle, çocuklarınla meşgul ol!
* Yiyecek, içecek hususunda cömert ol; “kanaati, iktisadı öğret”, ancak “Çok harcıyor, israf ediyor” diye asla şikâyette bulunma!
* Karının hakkını kendi hakkına tercih et!
* Eşinin akrabasını gözet!
* Evde asla asık suratlı olma, onu sevdiğini sık sık ifadeden çekinme!
* Eşinin senden ne istediklerini dikkatle not al! Meşrû isteklerini geri çevirmemeye çalış. Gücünün yetmediklerini ise, belirli bir takvime bağla. Tarihî geldiğinde de vaadini yerine getir.
* Evin idare ve düzeni ona aittir, her şeye karışma!
* Çocuklarının en büyük ve en tesirli hocası anneleridir.
* Eşinle sık sık istişare et.
* Yaptığın işleri, iyilikleri başına kakma! İyilik olarak ektiğin her tane, yüz tane olarak sana döner!
* Emirler yağdırmaktan kaçın. Ona güzellikle, iyilikle ve yumuşak sözle nasihat et.
* Hanımının hatalarını sakın çocuklarının ve başkalarının yanında söyleme. Yalnız iken, yumuşak bir şekilde söyle!
* Aile sırlarınızı kimseyle paylaşma.
* Kötü alışkanlıklardan ve yalandan uzak dur! Bunlar yuvayı içten içe yıkan birer kurttur.
* Sen ona katlanırsan, o da sana katlanır. O katlanmazsa da Allah’ın seni onunla imtihan ettiğini düşün. Ona her yönüyle iyi bir hayat arkadaşı olmaya çalış!
* Önemli gün ve bilhassa bayramlarda küçük ve basit de olsa, ona hediyeler al!
* Unutma, eşine merhamet edersen, sana da merhamet edilir.
* Daima tefekkürde ol. İbadetlerini ifâ et. Namazlarını vaktinde ve mümkünse cemaatle kılmaya çalış!
* Sen Allah’tan razı ol ki, Allah da senden razı olsun! Senin rızan, nimete şükür, nikmete rıza ve sabretmektir.
* Şu sözü çerçeveleterek başının üzerine as: “Nerede olursan ol Allah’a karşı gelmekten sakın; yaptığın kötülüğün arkasından bir iyilik yap ki bu onu yok etsin. İnsanlara karşı güzel ahlâkın gereğine göre davran.”
* Evliliğin de senin için bir imtihan olduğunu hiçbir zaman aklından çıkarma.

9 Ocak 2014 Perşembe

DOĞRU SORU ...

İki arkadaş hararetle tartışıyormuş: Tartıştıkları konu, sigara içerken İncil okunup okunmayacağı imiş. Sonuç alamayınca Papa`ya sormaya karar vermişler.

Papa`nın yanına gidip sırayla sorularını sormuşlar. Biri olumsuz cevap alırken diğeri, izin almayı başarmış.

İzin alamayanın sorduğu soru :
- Papa hazretleri, İncil okurken canım sigara içmek istiyor, içebilir miyim?
- Oğlum, İncil okunurken Tanrı ile ilgilenmen lazım. O sırada dikkatinin dağılmaması lazım. O yüzden İncil okurken sigara içilmez.

İzin alanın sorduğu soru ise :
- Papa hazretleri, sigara içerken canım İncil okumak istiyor, okuyabilir miyim?
- Oğlum, her nerede ve ne koşulda olursan ol, İncil okuma isteği duyarsan okuyabilirsin.

4 Ocak 2014 Cumartesi

"Allah’ın işi çok zor olmalı"


Meraklı bir çocuk, yaşlıca bir din adamının yanına gelerek:
“Mabede dua eden insanları dinledim. Doğrusu Allah’ın işi çok zor olmalı” dedi.

Din adam: tatlı bir tebessümle çocuğa baktı ve neden böle düşündüğünü sordu.
Çocuk: “Oduncu havanın soğuk olması için dua ediyordu,” dedi.

Din adamı: “Gayet tabii” dedi. “Bizim sobalarımız için odun satarak hayatını kazanır. Hava ne kadar soğuk olursa, o kadar çok odun satar.”
Çocuk: “Fakat meyvacı ılık hava için dua ediyordu” dedi.

Din adamı: “Meyvacı kışın satmak için sonbahar meyvelerini saklar. Eğer hava çok soğuk olursa, meyveleri donar” diye karşılık verdi.
Çocuk: “Çiftçi yağmur için, tuğla yapıcısı ise kuru hava için dua ediyordu. Bu adamların hepsi Allah’ı seven insanlar. Allah hepsinin isteklerini nasıl yerine getirebiliyor?”

Din adamı: “Şimdi hava nasıl?” diye sordu.
çocuk: “Kuru ve ılık” dedei,

Din adamı: “Geçen hafta nasıldı?”
çocuk: “Pazartesi ve Salı yağmur yağdı. Perşembe hava soğuktu.”

Bunun üzerine din adamı yine tatlı bir tebessümle çocuğa bakarak şunu söyledi:
“Şimdi anladın mı yavrum, Allah’ın hepimizi birden nasıl memnun ettiğini?”