23 Mayıs 2009 Cumartesi

BU АKŞАМ HİNDİSТАN’DА

Hz.Süleyman'ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz.Süleyman'la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz.Süleyman benzi sararmış, kor­­ku­dan titreyen adama sorar:
- Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana... Adam telaş içinde:
- Bu sabah karşıma Azrail çıktı. Bana hı­şım­la bak­tı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim ca­nımı almaya kararlı...
- Peki ne yapmamı istiyorsun? Adam yalvarır:
- Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Sü­leyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni bura­dan ta Hindistan'a iletsin. O zaman Azrail belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Me­det senden!
Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı ça­ğırır ve: Bu adamı hemen al. Hindistan'a bırak! em­rini verir. Rüzgar bu... Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan'da uzak bir adaya götürür. Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak ge­lenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Az­rail de topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır:
- Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun? der. Az­­rail cevap verir:
- Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama öfkey­le, hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış an­ladı. Vehme kapıldı. Onu burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah bana emretmişti ki: Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindis­tan'da al! Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan'da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder