27 Mayıs 2009 Çarşamba

АDАLЕT MÜLKÜN TEMELİ

İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Han bütün mahkumları serbest bırakmıştı.
Fakat bu mahkumların içinden iki papaz zindandan çıkmak istemediklerini söyleyerek dışarı çıkmadılar. Papazlar, Bizans imparatorunun halka yaptığı zulüm ve işkence kar­şısında ona adalet tavsiye ettikleri için hapse atıl­mışlardı. Onlar da bir daha hapisten çıkmamaya ye­min etmişlerdi. Durum Fatih'e bildirildi. O, as­­ker göndererek, papazları huzuruna davet etti. Pa­pazlar hapisten niçin çıkmak istemediklerini Fatih'e de anlattılar. Fatih, dünyaya kahreden iki papaza şöy­le hitap etti:
- Sizlere şöyle bir teklifim var:
Sizler İslam ada­letinin tatbik edildiği memleketimi geziniz, Müslü­man hakimlerin ve Müslüman halkımın davalarını din­leyiniz. Bizde de sizdeki gibi adaletsizlik ve zu­lüm görürseniz, hemen gelip bana bildiriniz ve sizler de evvelki kararınız gereğince uzlete çekilerek hаlа küsmekte haklı olduğunu ispat ediniz.
Fatih'in bu teklifi papazlar için çok ca­zip gelmişti. Hemen Padişahtan aldıkları tezkere ile İslam beldelerine seyahate çıktılar. İlk vardıkları yerlerden biri Bursa idi... Bursa'da şöyle bir hadiseyle karşılaştılar:
Bir Müslüman bir Yahudiden bir at satın almış, fakat hiçbir kusuru yok diye satılan at hasta imiş. Müslümanın ahırına gelen atın hasta olduğu daha ilk akşamdan anlaşılmış. Müslüman sabırsızlıkla saba­hın olmasını beklemiş, sabah olunca da erkenden atını alıp kadının yolunu tutmuş. Fakat olacak ya, o saatte de kadı henüz dairesine gelmemiş olduğundan bir müddet bekledikten sonra adam kadının gel­meyeceğine hükmederek atını alıp ahırına götürmüş. Atını alıp götürmüş ama at da o gece ölmüş.
Hadiseyi daha sonra öğrenen kadı, atı alan Müs­lümanı çağırtıp meseleyi şu şekilde halletmiş:
- Siz ilk geldiğinizde ben makamımda bulunsa idim, sağlam diye satılan atı sahibine iade eder, pa­ranızı alırdım. Fakat ben zamanında makamımda bu­lunamadığımdan hadisenin bu şekilde gelişme­si­ne madem ki ben sebep oldum, atın ölümünden do­ğan zararı benim ödemem lazım, deyip atın parasını Müslümana vermiş.
Papazlar İslam adaletinin bu derece ince ol­du­ğunu görünce hiç zorlanmadan bir kimsenin kendi cebinden mal tazmin et­mesi karşısında hayret etmişler. Mahkemeden çıkan papazların yolu Iznik'e uğ­ramış. Papazlar orada şöy­le bir mahkeme ile kar­şı­laşmışlar:
Bir müslüman diğer bir Müslümandan bir tarla sa­tın alarak ekin zamanı tarlayı sürmeye başlar. Ka­ra sabanla tarlayı sürmeye çalışan çiftçinin sabanına biraz sonra ağzına kadar dolu bir küp altın takılmaz mı? Hiç heyecan bile duymayan Müslüman bu altınları küpüyle tarlayı satın aldığı öbür Müslümana götürüp teslim etmek ister;
- Kardeşim ben senden tarlanın üstünü satın aldım, altını değil. Eğer sen tarlanın içinde bu kadar altın olduğunu bilseydin herhalde bu fiyata bana satmazdın. Al şu altınlarını, der. Tarlanın ilk sahibi ise daha başka düşünmektedir. O da şöyle söyler:
- Kardeşim yanlış düşünüyorsun. Ben sana tarlayı olduğu gibi, taşı ile toprağı ile beraber sattım. Içi­ni de dışını da bu satışla beraber sana verdiğimden, içinden çıkan altınları almaya hiçbir hakkım yok­­tur. Bu altınlar senindir, dilediğini yap, der. Tar­la­yı alanla satan anlaşamayınca mesele kadıya intikal eder. Her iki taraf iddialarını ka­dının huzurunda da tekrarlarlar.
Kadı, her iki şahsa da çocukları olup olmadığını so­rar. Onlardan birinin kızı birinin de oğlunun ol­du­ğunu öğrenir ve oğlanla kızı nikahlayarak altını çe­hiz olarak verir. Papazlar daha fazla gezmelerinin lü­zumsuz ol­duğunu anlayıp doğru İstanbul'a Fatih'in hu­zuruna gelirler ve şahit oldukları iki ha­di­seyi de ay­nen nakledip şöyle derler:
- Bizler artık inandık ki, bu kadar adalet ve biri­birinin hakkına saygı ancak İslam dininde vardır. Böyle bir dinin salikleri başka dinden olanlara bile bir kötülük yapamazlar. Dolayısıyla biz zindana dön­me fikrimizden vazgeçtik, sizin idarenizde hiç kimsenin zulme uğramayacağına inanmış bulunu­yo­ruz, derler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder